Neden Belçika? Neden Brugge? sorularına geçen yazımda cevap vermiştim. Merak eden dostlar aşağıdaki linkten bu soruların cevaplarını bulabilirler. Bu yazının da temelinde yine bira, önemli mekan ziyaretleri ve ne yazık ki kötü fotoğraflar var. Ayrıca hizmet sektörüne okkalı bir eleştiriyi de yine yazımızın içerisine sıkıştırarak muhalif kimliğimizi yansıtmayı sürdüreceğiz.
Belçika Bira Turu 1. Bölüm için; http://biraatolyesi.blogspot.com/2013/10/belcika-bira-turu-brugge-de-halve-maan.html
‘Hayat kötü bira içmek için çok
kısa’, aslında hayat bir çok şey için çok kısa ve eğer siz biraz kafanızı
kaldırıp, araştırıp, tavşanın tüyleri
arasında yukarı doğru tırmanmadığınız sürece size dayatılan standartlara mahkum
kalmanız kaçınılmaz (yazar burada her çocuğun okumasını dilediği Sofi’nin
Dünyası romanına gönderme yapıyor.). Standartların dışında ve üstünde güzel
biralar içmek için özel biraevlerinin ürünleri takip etmek büyük kolaylık.
Struise (De Struise Brouwers) bu özel biraevlerinden yalnızca bir tanesi ve benim
gönlümde en üst sıralarda yerini almış durumda.
Struise’i (http://struise.com/) ve biralarını anlatmak bu
kısa seyahat yazısının haddi değil. Ama RateBeer’da ürettiği biralara ve
notlarına şöyle bir göz atarsanız bulduğunuz yerde ürünlerini almanız gereken
bir biraevi olduğunu anlamak zor olmayacaktır. (http://www.ratebeer.com/brewers/de-struise-brouwers/9244/)
Brugge’de Struise’in kendine ait
bir dükkanı (mağaza diyecek kadar büyük değil. :)) olduğunu duyunca çok heyecanlanmış ve hemen rotama eklemiştim. 1
saat boyunca bir o tarafa bir bu tarafa dolanıp artık vazgeçmenin zamanı
geldiğini düşündüğüm anda aşağıdaki meydanın yine aşağıdaki resimlerde görünen
bir köşesindeki bu küçücük dükkanı buldum. Siz siz olun internet üzerindeki
lokasyon taglemelerine çok güvenmeyin… Hemen söyleyeyim, bira hastası
değilseniz gitmenizi gerektirecek bir yer değil. Belçika’da herhangi bir
mekanda Türkiye’de içtiklerinizden çok farklı ve sizi bambaşka diyarlara
götürecek biraları rahatlıkla bulabilirsiniz. Burası ekstrem zevkler için. Dükkan
yaklaşık 15 metrekare küçücük bir yer, 3-4 farklı biralarını musluktan veriyorlar,
bunun dışında şişe bira, t-shirt ve bardak gibi ürünler alabiliyorsunuz.
Bu hangi meydan diyenler için mekanı bir önceki yazıda haritada işaretlemiştik..
Netten aldığım bir resim, ben girişi çekmemişim.
Mekana girdiğimde küçük barın arkasında hoş bir hanımefendi ve önünde yaşlıca bir adam vardı. Önce
musluktan içebileceğim biraları sordum, Struise’in tüm bira ailesine hakim
olmadığım ve burada özel ürünler satıldığı için kadıncağız anlatsa da anlamadığım
bir bira istedim ve başladım şişeleri incelemeye. Yurdum cep telefonu servis
sağlayıcıları yurtdışında kullanılan interneti müşteriye geçirilecek fatura
olarak gördükleri için incelediğim biraların özelliklerini, puanlarını
anında açıp okuma şansı bulamadım. Bu durumda da bildiğim birkaç ürünün dışına
çıkmak zor oldu. Ayrıca sağlık problemi nedeni ile çok ağır da taşımamam
gerekliydi. Sonuç olarak musluktan 2 farklı bira tadımı, 2 küçük tadım bardağı
ve 3 özel Struise birası alımı gerçekleşebildi.
Şişeler, şişeler..
Şişeler, bardaklar, T-şörtler..
Ortam oldukça sıcaktı, bardaki
hanımefendi biraların özellikleri bana anlatırken yaşlı ve sonradan Brugge’ün
yerlisi olduğunu öğrendiğim amca bana hemen önümüzdeki meydanda bulunan binanın
üstündeki heykellerin hikayelerini anlatmaya başladı. Dükkan kapanma saati de
geldiği için içeriden kapıyı kitledik, başladık 3 kişi muhabbete. Çoğumuz (ben
dahil) için turistik aktivite bir şehirde herkesin gezdiği meydanı görmek, aynı
binanın resmini çekmek ve facebook’da taglemek olduğu için o şehrin yerlileri
ile (çoğu söylediğini anlamasanız da) muhabbet etmek, farklı şeyler öğrenmek
oldukça keyifliydi.
Hayattaki mutsuzlukların bir
numaralı sebeplerinden olan ‘beklenti yüksekliği ve sonrasında hissedilen hayal
kırıklığı’ nedeni ile bu ziyaret beni çok (beklediğim kadar) mutlu etmedi. Ama
kesinlikle keyifliydi ve eğer yazının bu kısmına gelecek kadar biraya kafayı
takmış biri iseniz, gidin!
Avrupa şehirlerinin en büyük
avantajlarından biri de her yere yürüyerek gidebilmeniz. Brugge’de bu biraz
daha net çünkü şehir gerçekten bir minyatür şaheser. Struise şişe dükkanından
çıkıp bira-seyahatçileri için önemli bir mekan olduğunu öğrendiğimiz ‘t Brugs Beertje’ye doğru yola
koyuldum. Yol 5 ile 6 dakika arası sürdü. Yola koyulmak deyimini kullanmaya
değecek bir uzaklık değil yani.. :)
Sokak pek öyle harika ve özel bir bara evsahipliği yapıyor gibi değildi :)
Sizce
bir mekani özel kılan şey nedir? Bence aldığınız hizmet, kalite ve çalışanların
yıllarca o mekana emek vermesi, sahiplenmesi. Türkiye’de böyle yerler bulmakta
gerçekten zorlanıyoruz. Her anlamda. Restoran olsun, bar olsun, meyhane olsun (bu sonuncusunda nispeten
sağlanabiliyor) uzun yıllar aynı kaliteyi, aynı işletmeci ve çalışanlar ile
sürdürmek pek mümkün olmuyor. Müşteri olarak çabuk sıkılıyoruz, yatırımcı
olarak çabuk köşeyi dönmek istiyoruz. Sonuç olarak da ardı ardına açılan
kapanan ‘yeni’ mekanlar. 1 sene rezervasyonsuz giremediğiniz mekanın 1-2 sene
sonra kapanacak kıvama gelmesi veya aynı tadı vermemesi sık yaşanılır oluyor.
Üzücü.. Sektör Türkiye’de çok zorlu ve rekabet eşit şartlarda yürümüyor. Giriş
kısmında belittiğimiz üzere haddimiz olmasa da hizmet sektörüne işkembeden
sallama kısmına burada son vererek bu mekan neden özel buna geçelim isterseniz.
Bu resmi de netten arakladık.
Elimde
bir kitap, Good Beer Guide Belgium. Bu kitabı yazan amca (Tim Webb) gezmiş
de gezmiş. Üşenmemiş kitap yazmış ve bir de bakıyorsunuz bu kitabı yazma fikri
bu barda aklına gelmiş. Bu yüzden özel. Kitaptaki resime bakıyorsunuz,
anlatılan kişiyi (barın sahibini) okuyorsunuz ve yıllar sonra bir bira-sever
çaylak olarak oturduğunuz barın arkasında yine aynı kadını görüyorsunuz. ‘Haftasonu turist dırdırı çekemem, zaten bar
iş yapıyor paramı kazanayım keyfime bakayım’ dememiş. İşinin başında, mekan
hınca hınç dolu ama hala güler yüzlü, mekana girenlerle selamlaşıyor, servis
yapıyor.. Bu yüzden özel. Özenle seçilmiş bir bira listesi var, çok
inceleyemdim ama bildiğim kadarı ile hiç lager yok. Özenle seçilmiş bir bira
listesi olan her yer benim için özeldir.
Çektiğim
yakın plan kötü resimlerden bir şey anlayamayacağınız için internetten
araklanmış 1 resmi de aşağıda beğenilerinize sunuyorum.
Bar boşken böyle duruyor :)
2
sayfadır yazdık 2 bira yorumlamadık bu nasıl gezi ne anladım bu işten
dediğinizi duyar gibiyim.
Buyrun;
Bir
mekanda, özellikle Avrupa’da bir barda önce musluğa (tap) bir göz atmak lazım.
Soldan ikinci bira ilk yazımızda tanıtılmıştı.
LUPULUS: Köpük beyaz ama kalıcı değil. Renk IPA görünümünde bulanık sarı. Koku ise bir belgian blond ale gibi geldi ilk anda. Ne içeceğiz acaba? İlk tadım hafif tatlı sonrasında şerbetçiotları hissediliyor. Çok kompleks olmamakla birlikte dengeli. Biranın türünü anlamakta zorluk çekiyorum. Bitiriş acılığı bir IPA ile başbaşayız sanmama neden olmakla birlikte bir Abbey Tripel içtiğimiz sonradan (okuyarak) anlıyorum. Lupulus bardağı bir brugge danteli gibi sardı bu esnada. Tam bir değerlendirme için bu kadar yorgun olmadığım ve daha sakin bir ortamda içmek gerekli. %8,5 alkolü hiç hissettirmediğini de belirtmem gerekli.
RateBeer Puanı: 92 / 100
Kafayı
bulduk, tren saatine az kaldı. ‘Bir bira daha içelim mi? yoksa Tren’e mi
yetişelim?’ sorusuna bir mühendis olmanın verdiği teknik değerlendirme, mantık
ve bilimsel süzgeçten geçirme süper güçlerimi kullanarak kararımı veriyorum.
Yüksek alkollü bir bira daha patlatalım.. (yanlış karar verdi..)
DE STRUISE – ELLIOT BREW: Struise kardeşlerden. IPA, DIPA derken geldik mi Imperila IPA'ya. Koku adam devirir. Hayatımda hiç şerbetçiotu tarlasına dalmadım ama dalmış kadar oldum. Renk bronz, köpük 1 parmak ve kırık beyaz. Tadımda içtikten sonra biraz beklemek gerekli oluyor, ağızda yavaş yavaş patlıyor. Filtre edilmemiş gibi, içinde tortular var. Bu IBU (International Bitterness Unit) olayını anlamış değilim. Araştırmalarımda 100 IBU'nun üstünün damak açısında ölçülebilir olmadığı belirtiyor. Bu biranın farklı batchleri 130 IBU'dan başlayıp 163 IBU'ya kadar çıkmış. Bemin içtiğim serinin IBU değeri 216. Bu ne yaa? Şişe üstündeki yazıları okuyorum, neymiş efendim dengeliymişmiş.. Hadi ordan sayın seyirciler. Alkol oranı da %9. daha da birşey demiyorum.
Puanım: 9 / 10
Tadım notlarını zaten şişenin üstüne yazmışlar, bizim uğraşmamıza gerek kalmamış. Resimin sağ tarafında bir ele kaç adet ORVAL sığar çalışması var. Mutlulukla izliyoruz...
İstanbul’da sabahın kör vakti
başlayan yolculuğum yürüyemeyecek kadar ağrılar çekmeme rağmen bir takvim günü
içerisinde 4 farklı mekan, 4 değişik bira ve mideden adam gibi bir yemek
geçmeden devam ediyordu. Bu Gastronomik seyahate yakışmayacak ama trene
yetişmek için tek alternatifim olan atıştırmalık ile kendimi trene attım.
Sızdım…
Evet Belçika'da bunu yedim. Üzgünüm...
Gün bitti mi? Hayır. Yurtdışına
çıkınca otelde geçirilen vakti zaman kaybı olarak hissettiğim için, 1
saatlik dinlenmenin ardından ve yürüyecek kıvama geldikten sonra kendimi
zar zor Grand Place’e attım, oradan da Delirium’a. Bir bira daha içmeden gün
bitmemeliydi.. :)
Mikkeller
Single Hop IPA - CASCADE: Kafa güzel, yorgunluk had safhada. Delirium'da oturacak yer yok. Bira notlandırılamaz bu şartlarda. Sadece Mikkeller'in yine özel bir biraevi olduğunu bilelim ve bu serinin tek tip şerbetçiotu kullanılarak üretilen IPA serinin Cascade şerbetçiotu kullanılan versiyonu olduğunu not edelim. Etmezsek ne olur? Adını okuyunca anlarız. Boş verin not etmeyi o zaman.. :)
Yeterdi, Yetti.
Bir
sonraki yazıda Brüksel’deyiz. Beklerim..