Friday 15 November 2013


Neden Belçika? Neden Brugge? sorularına geçen yazımda cevap vermiştim. Merak eden dostlar aşağıdaki linkten bu soruların cevaplarını bulabilirler. Bu yazının da temelinde yine bira, önemli mekan ziyaretleri ve ne yazık ki kötü fotoğraflar var. Ayrıca hizmet sektörüne okkalı bir eleştiriyi de yine yazımızın içerisine sıkıştırarak muhalif kimliğimizi yansıtmayı sürdüreceğiz.


‘Hayat kötü bira içmek için çok kısa’, aslında hayat bir çok şey için çok kısa ve eğer siz biraz kafanızı kaldırıp, araştırıp,  tavşanın tüyleri arasında yukarı doğru tırmanmadığınız sürece size dayatılan standartlara mahkum kalmanız kaçınılmaz (yazar burada her çocuğun okumasını dilediği Sofi’nin Dünyası romanına gönderme yapıyor.). Standartların dışında ve üstünde güzel biralar içmek için özel biraevlerinin ürünleri takip etmek büyük kolaylık. Struise (De Struise Brouwers) bu özel biraevlerinden yalnızca bir tanesi ve benim gönlümde en üst sıralarda yerini almış durumda.

Struise’i (http://struise.com/) ve biralarını anlatmak bu kısa seyahat yazısının haddi değil. Ama RateBeer’da ürettiği biralara ve notlarına şöyle bir göz atarsanız bulduğunuz yerde ürünlerini almanız gereken bir biraevi olduğunu anlamak zor olmayacaktır. (http://www.ratebeer.com/brewers/de-struise-brouwers/9244/)

Brugge’de Struise’in kendine ait bir dükkanı (mağaza diyecek kadar büyük değil. :)) olduğunu duyunca çok heyecanlanmış ve hemen rotama eklemiştim. 1 saat boyunca bir o tarafa bir bu tarafa dolanıp artık vazgeçmenin zamanı geldiğini düşündüğüm anda aşağıdaki meydanın yine aşağıdaki resimlerde görünen bir köşesindeki bu küçücük dükkanı buldum. Siz siz olun internet üzerindeki lokasyon taglemelerine çok güvenmeyin… Hemen söyleyeyim, bira hastası değilseniz gitmenizi gerektirecek bir yer değil. Belçika’da herhangi bir mekanda Türkiye’de içtiklerinizden çok farklı ve sizi bambaşka diyarlara götürecek biraları rahatlıkla bulabilirsiniz. Burası ekstrem zevkler için. Dükkan yaklaşık 15 metrekare küçücük bir yer, 3-4 farklı biralarını musluktan veriyorlar, bunun dışında şişe bira, t-shirt ve bardak gibi ürünler alabiliyorsunuz.
  
Bu hangi meydan diyenler için mekanı bir önceki yazıda haritada işaretlemiştik..
 Netten aldığım bir resim, ben girişi çekmemişim.

Mekana girdiğimde küçük barın arkasında hoş bir hanımefendi ve önünde yaşlıca bir adam vardı. Önce musluktan içebileceğim biraları sordum, Struise’in tüm bira ailesine hakim olmadığım ve burada özel ürünler satıldığı için kadıncağız anlatsa da anlamadığım bir bira istedim ve başladım şişeleri incelemeye. Yurdum cep telefonu servis sağlayıcıları yurtdışında kullanılan interneti müşteriye geçirilecek fatura olarak gördükleri için incelediğim biraların özelliklerini, puanlarını anında açıp okuma şansı bulamadım. Bu durumda da bildiğim birkaç ürünün dışına çıkmak zor oldu. Ayrıca sağlık problemi nedeni ile çok ağır da taşımamam gerekliydi. Sonuç olarak musluktan 2 farklı bira tadımı, 2 küçük tadım bardağı ve 3 özel Struise birası alımı gerçekleşebildi.

 
Şişeler, şişeler..

 
 Şişeler, bardaklar, T-şörtler..

Ortam oldukça sıcaktı, bardaki hanımefendi biraların özellikleri bana anlatırken yaşlı ve sonradan Brugge’ün yerlisi olduğunu öğrendiğim amca bana hemen önümüzdeki meydanda bulunan binanın üstündeki heykellerin hikayelerini anlatmaya başladı. Dükkan kapanma saati de geldiği için içeriden kapıyı kitledik, başladık 3 kişi muhabbete. Çoğumuz (ben dahil) için turistik aktivite bir şehirde herkesin gezdiği meydanı görmek, aynı binanın resmini çekmek ve facebook’da taglemek olduğu için o şehrin yerlileri ile (çoğu söylediğini anlamasanız da) muhabbet etmek, farklı şeyler öğrenmek oldukça keyifliydi.

Hayattaki mutsuzlukların bir numaralı sebeplerinden olan ‘beklenti yüksekliği ve sonrasında hissedilen hayal kırıklığı’ nedeni ile bu ziyaret beni çok (beklediğim kadar) mutlu etmedi. Ama kesinlikle keyifliydi ve eğer yazının bu kısmına gelecek kadar biraya kafayı takmış biri iseniz, gidin!

Avrupa şehirlerinin en büyük avantajlarından biri de her yere yürüyerek gidebilmeniz. Brugge’de bu biraz daha net çünkü şehir gerçekten bir minyatür şaheser. Struise şişe dükkanından çıkıp bira-seyahatçileri için önemli bir mekan olduğunu öğrendiğimiz ‘t Brugs Beertje’ye doğru yola koyuldum. Yol 5 ile 6 dakika arası sürdü. Yola koyulmak deyimini kullanmaya değecek bir uzaklık değil yani.. :)
 
 Sokak pek öyle harika ve özel bir bara evsahipliği yapıyor gibi değildi :)

Sizce bir mekani özel kılan şey nedir? Bence aldığınız hizmet, kalite ve çalışanların yıllarca o mekana emek vermesi, sahiplenmesi. Türkiye’de böyle yerler bulmakta gerçekten zorlanıyoruz. Her anlamda. Restoran olsun,  bar olsun, meyhane olsun (bu sonuncusunda nispeten sağlanabiliyor) uzun yıllar aynı kaliteyi, aynı işletmeci ve çalışanlar ile sürdürmek pek mümkün olmuyor. Müşteri olarak çabuk sıkılıyoruz, yatırımcı olarak çabuk köşeyi dönmek istiyoruz. Sonuç olarak da ardı ardına açılan kapanan ‘yeni’ mekanlar. 1 sene rezervasyonsuz giremediğiniz mekanın 1-2 sene sonra kapanacak kıvama gelmesi veya aynı tadı vermemesi sık yaşanılır oluyor. Üzücü.. Sektör Türkiye’de çok zorlu ve rekabet eşit şartlarda yürümüyor. Giriş kısmında belittiğimiz üzere haddimiz olmasa da hizmet sektörüne işkembeden sallama kısmına burada son vererek bu mekan neden özel buna geçelim isterseniz.

Bu resmi de netten arakladık.

Elimde bir kitap, Good Beer Guide Belgium. Bu kitabı yazan amca (Tim Webb) gezmiş de gezmiş. Üşenmemiş kitap yazmış ve bir de bakıyorsunuz bu kitabı yazma fikri bu barda aklına gelmiş. Bu yüzden özel. Kitaptaki resime bakıyorsunuz, anlatılan kişiyi (barın sahibini) okuyorsunuz ve yıllar sonra bir bira-sever çaylak olarak oturduğunuz barın arkasında yine aynı kadını görüyorsunuz. ‘Haftasonu turist dırdırı çekemem, zaten bar iş yapıyor paramı kazanayım keyfime bakayım’ dememiş. İşinin başında, mekan hınca hınç dolu ama hala güler yüzlü, mekana girenlerle selamlaşıyor, servis yapıyor.. Bu yüzden özel. Özenle seçilmiş bir bira listesi var, çok inceleyemdim ama bildiğim kadarı ile hiç lager yok. Özenle seçilmiş bir bira listesi olan her yer benim için özeldir.

Çektiğim yakın plan kötü resimlerden bir şey anlayamayacağınız için internetten araklanmış 1 resmi de aşağıda beğenilerinize sunuyorum.

 Bar boşken böyle duruyor :)

2 sayfadır yazdık 2 bira yorumlamadık bu nasıl gezi ne anladım bu işten dediğinizi duyar gibiyim. 
Buyrun;

Bir mekanda, özellikle Avrupa’da bir barda önce musluğa (tap) bir göz atmak lazım.

 Soldan ikinci bira ilk yazımızda tanıtılmıştı.

LUPULUS: Köpük beyaz ama kalıcı değil. Renk IPA görünümünde bulanık sarı. Koku ise bir belgian blond ale gibi geldi ilk anda. Ne içeceğiz acaba? İlk tadım hafif tatlı sonrasında şerbetçiotları hissediliyor. Çok kompleks olmamakla birlikte dengeli. Biranın türünü anlamakta zorluk çekiyorum. Bitiriş acılığı bir IPA ile başbaşayız sanmama neden olmakla birlikte bir Abbey Tripel içtiğimiz sonradan (okuyarak) anlıyorum. Lupulus bardağı bir brugge danteli gibi sardı bu esnada. Tam bir değerlendirme için bu kadar yorgun olmadığım ve daha sakin bir ortamda içmek gerekli. %8,5 alkolü hiç hissettirmediğini de belirtmem gerekli.

Puanım: 7 / 10
RateBeer Puanı: 92 / 100

Kafayı bulduk, tren saatine az kaldı. ‘Bir bira daha içelim mi? yoksa Tren’e mi yetişelim?’ sorusuna bir mühendis olmanın verdiği teknik değerlendirme, mantık ve bilimsel süzgeçten geçirme süper güçlerimi kullanarak kararımı veriyorum. Yüksek alkollü bir bira daha patlatalım.. (yanlış karar verdi..)

DE STRUISE – ELLIOT BREW: Struise kardeşlerden. IPA, DIPA derken geldik mi Imperila IPA'ya. Koku adam devirir. Hayatımda hiç şerbetçiotu tarlasına dalmadım ama dalmış kadar oldum.  Renk bronz, köpük 1 parmak ve kırık beyaz. Tadımda içtikten sonra biraz beklemek gerekli oluyor, ağızda yavaş yavaş patlıyor. Filtre edilmemiş gibi, içinde tortular var. Bu IBU (International Bitterness Unit) olayını anlamış değilim. Araştırmalarımda 100 IBU'nun üstünün damak açısında ölçülebilir olmadığı belirtiyor. Bu biranın farklı batchleri 130 IBU'dan başlayıp 163 IBU'ya kadar çıkmış. Bemin içtiğim serinin IBU değeri 216. Bu ne yaa? Şişe üstündeki yazıları okuyorum, neymiş efendim dengeliymişmiş.. Hadi ordan sayın seyirciler. Alkol oranı da %9. daha da birşey demiyorum.

Puanım: 9 / 10

RateBeer Puanı: 99 / 100



 Tadım notlarını zaten şişenin üstüne yazmışlar, bizim uğraşmamıza gerek kalmamış. Resimin sağ tarafında bir ele kaç adet ORVAL sığar çalışması var. Mutlulukla izliyoruz...

İstanbul’da sabahın kör vakti başlayan yolculuğum yürüyemeyecek kadar ağrılar çekmeme rağmen bir takvim günü içerisinde 4 farklı mekan, 4 değişik bira ve mideden adam gibi bir yemek geçmeden devam ediyordu. Bu Gastronomik seyahate yakışmayacak ama trene yetişmek için tek alternatifim olan atıştırmalık ile kendimi trene attım. Sızdım…

Evet Belçika'da bunu yedim. Üzgünüm...

Gün bitti mi? Hayır. Yurtdışına çıkınca otelde geçirilen vakti zaman kaybı olarak hissettiğim için, 1 saatlik dinlenmenin ardından ve yürüyecek kıvama geldikten sonra kendimi zar zor Grand Place’e attım, oradan da Delirium’a. Bir bira daha içmeden gün bitmemeliydi.. :)

Mikkeller Single Hop IPA - CASCADE: Kafa güzel, yorgunluk had safhada. Delirium'da oturacak yer yok. Bira notlandırılamaz bu şartlarda. Sadece Mikkeller'in yine özel bir biraevi olduğunu bilelim ve bu serinin tek tip şerbetçiotu kullanılarak üretilen IPA serinin Cascade şerbetçiotu kullanılan versiyonu olduğunu not edelim. Etmezsek ne olur? Adını okuyunca anlarız. Boş verin not etmeyi o zaman.. :)








Yeterdi, Yetti.
Bir sonraki yazıda Brüksel’deyiz. Beklerim..


Devamı için